Tasavvuf ve Mûsıkî

TASAVVUF VE MÛSIKÎ

Hz. Mevlânâ Celâleddin-i RÛMΠ (1207-1273), mûsıkîye ” Elest Bezmi’nin âvâzesi” diyerek Yüce Yaradan’ın ” bezm-i elest ” de insanlara mûsıkîyle seslendiğini, bu sebeple müziğin herkesin anlayabileceği, ruhlara hitâb eden kutsal bir dil olduğunu bildirir.

Mûsıkî, evreni yöneten ve bir arada tutan kuralların bir sûreti gibidir. Kendimizi dinlediğimizde, kalp ve nabız atışımız, nefesimiz, belirli bir ritme sahip vücud dediğimiz bu eşsiz mekanizmanın ritmik işleyişine bağlıdır. Nefes, ses gibidir. Söze ve kelimeye benzer.İ ster içimizde, isterse dışımızda alınsın, her nefes bir sestir. Ve bu ses  mûsıkînin ta kendisidir. Yâni insan, sürekli olarak bir mûsıkî âleminin içinde nefes alıp vermektedir. Hem güzellik, hem güç içeren ve hem de tüm kalıpların ötesine geçerek, insan rûhunu yüceltici bir etkiye sahip tek san’at dalı mûsıkîdir. Peygamberlerin aynı zamanda iyi birer müzisyen olmalarının sebebi burada aranmalıdır. Bu konu ile ilgili şu kıssa oldukça güzeldir; Hz. Mûsa, Sîna Dağı’nda şöyle bir ilâhi emir alır; -” Muse ke”  kendisine belirli bir ton ve ritmde söylenen ve  ” Dinle Musa” anlamına gelen bu emire Hz. Musa (as), ilk kez ”müzik” kelimesi ile karşılık bulmaya çalışmıştır. İşte Türkçe’deki ”mûsıkî’, İngilizce ve Almanca’daki ”music-musik” kelimeleri, bu emirden türetilmiştir. Hz. Davud, vermeyi düşündüğü mesajları ilâhilerle, şarkılarla ritmik bir şekilde inananlara iletmeye çalışmıştır.

Tasavvuf, taassup düşüncesine göğüs geren, beşerî zevki, ilâhi zevk derecesine çıkaran bir düşünce. Ve düşünce olmaktan çok, bir hâl, bir yaşayış…Bu hayat tarzı ile, Hakk’a ulaşma yolunda mesafe alınır.

Kur’an-ı Kerîm Secde Suresi  (32/7)      ” Yarattığı her şeyi güzel yaratan ve insanı yaratmaya bir çamurdan yaratan O’dur” ayet-i kerîmesinden hareketle, tasavvuf hayatının dış yüzünde göze çarpan en belirli husûsiyet, san’ata olan bağlılıktır. Cenâb-ı Hakk ‘ın ” Mübdî ” ( ibdâ edici, hiç yoktan var eden, yaratan, varlık veren), ” Bedî ” (bütün varlıkları, eşi ve örneği olmaksızın, sanatkârane bir şekilde güzel yaratan, emsâlsiz, hayret verici âlemler yaratan) sıfatlarının tecellisi olan güzel san’atların her koluyla, tasavvuf ehli ilgilidir. Asırlardan beri, onların ve san’atkârların ince ve yüksek san’at imbiğinden geçerek Türk-İslam Sanatları bugüne ulaşmış, zamanlar üstü eserler ortaya çıkmıştır.

Tasavvuf hayatında san’at bir gâye olmayıp, kişiyi Hakk’ı anmak ve O’na çekmek içindir. Aynı zamanda Hakk yolunda tuzağa düşürmek maksadıyla da kullanılan bir vasıtadır. (sanat yoluyla kişinin Hakk’ı unutup, gaflete düşerek kendisiyle övünmesi, böbürlenmesi, kibire vb. nefsâni duygulara yenik düşmesi)

Mûsıkî ile, sema ile, raks ile ve hatta giyim tarzı ile kişinin göz ve kulağına hitap etmek ve böylece her insanda yaratılıştan varolan estetik duyguları harekete geçirerek, kişideki beşeri zevki, ilahi zevk derecesine yükseltebilmek. İşte tasavvuftaki san’attan amaç budur. Çünki tasavvuf’un kendi gâyesi yalnız ve ancak Hakk’tır.

Güzel san’atların içinde mûsıkî, tasavvuf ehlinin en çok kullandığı bir vasıtadır. Çünki ruhlar yaratıldığında Yaratıcı tarafından ” Elestü bi Rabbiküm (Ben sizin Rabbiniz değil miyim?) diye hitâb olundu ve ruhlar ” Kalû, belâ (evet dediler), ve bu İlâhi, Rabbâni hitâb ile mestoldular. O,hiçbirşeyle izah edilemeyecek, hiçbir şeyden hissedilemeyecek, beşer olarak anlatılması mümkün olmayan, ancak yaşanan ve duyulan bir Rabbanî mûsıkî idi… Kâinatın sonunda da mûsıkî var: Sûr-ı İsrâfil…

Allah (c.c) kullarına direk olarak ” Kalkın, mahşer yerinde toplanın ” diyebilirdi. Böyle demeyecek, mahşeri, mûsıkî ile ,yâni ses ile, İsrafil’in sûru ile ilân edecek.

İşte bunlar bir takım işaretlerdir ki ancak ehline mâlumdur.

Bu işaretleri hakkıyla idrak edenlerden Hz.Mevlânâ Mesnevî’sine  ” Bişnev in ney ” (Dinle bu neyi) diye başlayarak , dinlemenin, işitmenin, sesin, yâni mûsıkînin ehemmiyetini belirtmiştir.

Güzel dînimizin bir” mükellefiyet” ,bir de ”muhabbet”  yönü var. Mükellefiyetlerimizin nasıl ifâ edileceğini İslâm âlimleri öğretir, bu yoldaki muhabbetimizi, hatta aşkımızı nasıl izhar edeceğimizi tasavvuf yolu bize gösterir. Aşkı dile getirmekte mûsıkînin ne kudretli bir san’at olduğu da âşikârdır. İşte bunlardan dolayı Hakk âşığı tasavvuf ehli, mûsıkî  ile hem-hâldirler.

Güzeli var edende, güzelliklerde buluşmak ümidiyle.